Konuşamayan Öğretmen

Büyüdüğü ve yıllarca yaşadığı topraklardan çok farklıydı geldiği yer. Nereye baksa sararmış otlar, kerpiçten evler vardı. Güneş tüm hünerlerini o topraklarda gösteriyordu sanki. Kafasını nereye çevirse uçsuz bucaksız görünen tarlalar vardı. 

Köye varmak üzereydi ve kirpik diplerinden paçalarına kadar toz olmuştu. Köyün meydanından okula giden kıvrıma geldiklerinde minibüse koşuşan çocuklar göründü. Kocaman gülümsemeleri güneşten daha sıcaktı. Bu insanın içini ısıtan, yumuşatan bir sıcaklıktı. 



Neriman henüz atanalı 3 gün olmuştu. Aynı anadili konuşmadığı bir köyde öğretmenliğinin ilk yıllarını geçirmeye adım atmıştı. Öğretmen miydi gerçekten? Yoksa oraya öğretmenliği öğrenmeye gelen bir çırak mı? Üniversitede derslerin hiçbirinde “dil bilmediğiniz, kültürünü bilmediğiniz bir sınıf ortamında eğitim nasıl yapılır?” ın cevabı verilmemişti. 

Annesinden ayrılmak istemeyen çocukları ikna etmek için ortak bir dili bile yoktu.
Mesleğindeki ilk gündü, yıllarca hayalini kurduğu o ilk gündü. Çocuklara söylediği hiçbir kelime karşılık bulmuyordu. Sanki bambaşka bir gezegene ışınlanmıştı. Dört sene boyunca eğitimini aldığı mesleğinin ilk günü için hazırlıksızdı. 

Yine de bir şey yapmalıydı. Sınıftan kaçmaya çalışanlar, ağlayanlar ve korkarak köşesine çekilenler… Aslında Neriman da tam böyle bir durumdaydı. O da kapıdan arkasına bakmadan kaçabilirdi. Bir köşe bulsa kimse onu görmese, saklansaydı. Ama artık çok geçti. Köye yeni atanmış o okulun tek öğretmeniydi. Üstelik buraya gelebilmek için çok bedel ödemişti. İnsan neye emek verirse ondan kolay vazgeçemiyordu. 


Hareketi arttırmak, çocukların dikkatini toparlamak için oyunlar kurmaya çalışıyordu. O sırada yanına kafasına kâse konularak saçları kesilmiş bir kız çocuğu geldi. “Af…” diyordu. Neriman ise “Af mı? Ne afı, ne anlamadım?” deyip geçiştiriyordu. O kız çocuğu gidip gelip vazgeçmiyor “Af, af…” diye ısrar ediyordu. 

Neriman öğretmen en sonunda “tamam tamam affettim” diyerek yanından yolluyordu. Gün böyle geçmişti fakat acaba o yıl nasıl geçecekti? Öğretmenliğini nasıl yapacaktı? Üniversitedeki hocalarına kızmaya başlamıştı bile. Keşe batıdaki eğitim ekollerini anlatmak yerine kendi topraklarındaki öğretmenliği anlatsalardı. 

Birkaç gün böyle geçip gitmişti… Ağlayanlar biraz sakinleşmiş, kaçmaya çalışanlar sınıfta kalmaya ikna olmaya başlamıştı. O kız çocuğu gelip gidiyor “Af, af..” demekten vazgeçmiyordu..

Gün bitmiş köyden şehre giden arabadaki o yöreden kişilerin sohbetinde “af” denildiğini hemen fark etti Neriman. 
Soru vardı, cevap da vardı... 
Soru “af” cevap “su”… 
Tek kelime ve Neriman için derin bir sessizlik… Üç gündür ondan su isteyen bir çift göz vardı. O ise algıladığına göre aktarıyordu ya da aktaramıyordu. O an içi cız etmişti. Sadece su istiyordu. 
Peki Neriman ne algılıyordu? Gerçekte iletişim sadece konuşma ile olan bir şey miydi? Onca yıl iletişim üzerine o kadar eğitim almıştı. Henüz dört yaşında bir çocuğun ihtiyacını algılayamamıştı
Birçok eğitim ekolünü öğrenmiş, sınavlara girmişti. Fakat daha tek kelime ile kendini anlatmaya çalışan bir çocuğu anlamamıştı. 

Öğretmen olarak geldiği bu memleketin iklimi ona yabancıydı, insanları yabancıydı, yemekleri yabancıydı, dili yabancıydı… Bununla beraber onun tek bir amacı vardı. O öğretmendi ve oradaydı. Şimdi yapacağı şey, onu hedefinden uzaklaştıran her engeli ortadan kaldırmaktı. 

Problemi ortadan kaldırmanın yolu onu çözmekten geçiyordu. 

Hiçbir problemden kaçarak kurtulamaz insan. Ancak erteler erteler ve büyütür. Öğrencileriyle iletişiminde, ilişkisinde arasında giren engeller vardı. Bu engelleri ancak zıddında bir hamle ile aşabilirdi. Uzakları yakın etmek, yabancı olduğu her şeyi ondan bir parça etmek istiyordu. 

İlk önce bilmediği dile uyumlanmak için adım attı. Sonra bilmediği öğrencilerin bilmediği ailelerinin sofralarına misafir olmaya. Böylelikle uzak, yabancı olduğu her şey yakınlaşıyordu. Yer sofrasında çay içen öğretmenini gören çocuklar mutluydu. Öğretmenliğe, öğrenerek başlamıştı Neriman. Problemi ertelemeden çözmeye niyet edenlerin zorluklarını yaşamıştı elbet. Çıraktı…  Emeği çok ama karşılığı hemen olmuyordu. 

Neriman artık ilişki kurması için dile ihtiyacı yoktu. Öğretmen olarak gittiği köyde hiçbir iletişim fakültesinde öğretilmeyen bir ders almıştı. Tebessümün açamayacağı bir kapı yoktu. Öğrencileriyle iletişimini güçlendirmek için gezdiği her çamurlu yol onu öğretmenliğe yakınlaştırıyordu. Bir gün kardeşi doğmuş öğrencisinin sevincini başka bir gün babasını kaybetmiş öğrencinin acısını paylaşıyordu. Konuştukları dil farklı ama duygular ortaktı.  Uyumlanabileceği kadar yakınlaşıyordu. Öğrencileri öğrenen, öğretmeni öğrenen bir okul olmuştu orası.

Neriman artık dünyanın her yerinde öğretmenlik yapabileceği reçeteyi bulmuştu:

İnsanları ve çevresini doğru gözlemleyebilmeli ve onlara kıvamlı bir uyum sağlayabilmeliydi.. 

Daha çok öğreneceği bir serüvendi bu. 

Öğretmenlik aynı anda öğrenci olmak da değil miydi?


   &

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla çocuğuyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabilir, eşiyle nasıl mutlu olabilir, patronuyla iş arkadaşıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabiliri öğrenir.


"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, 

En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 

Aynadaki kişi...

Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yahya Hamurcu






















Yorumlar

  1. Mutlu Ökegil8 Mayıs 2024 12:15

    Uyumsuz olan yok olmaya mahkumdur ve uyumlu olan varlığını sürdürür 😊
    Kaleminize sağlık hocam 🌸🖊️

    YanıtlaSil
  2. İnsanın uyum sağlaması sonucu kendisine ne kadar güzel kazanımları oluyormuş, elinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  3. İnsan öğrenci olarak yaşar bu hayatı. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  4. İşe yeni başlayan herkes için çok motive edici olmuş.. işin başı uyumlanmak ve öğrenmeye açık olmak.. kaleminize sağlık.. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder