Hayat sana nasıl davranıyor?

Ayça erkenden uyanmış, dün geceden hazırladığı kıyafetlerini giymiş, çantasını sırtına atmış ve yola koyulmuştu. Yıllardır hayalini kurduğu, dünyanın en köklü teknik üniversitelerinden biri olan üniversitesine doğru gidiyordu. Akademik hayatının ilk günüydü. Kalbi kıpır kıpırdı. İstemediği yeni açılmış özel bir üniversitede lisans eğitimini bitirmek zorunda kalmış, aradığı akademik hayatı orada bulamamıştı. Sonrasında ciddi bir çalışma ve çabayla bugünkü üniversitesinde yüksek lisans yapmaya hak kazanmıştı. Geleceğinden çok umutluydu. Sonunda istediği akademik hayatı yaşayabilecekti. İstediği hayatı elde edince de kendini başarılı hissedecek ve mutlu olacaktı. 




Yoğun bir ders programının ardından günü bitirdi. Her biri alanında uzman, profesör ünvanlı hocalarıyla tanışmıştı. Sınıf arkadaşlarını şöyle bir süzmüş ama hiçbirini kendine yakın hissedemeyip tek başına okulu keşfetmeye çalışmıştı. Eve dönüş yolunda sabahki heyecanı kalmamıştı. İçini kaplayan o kıpır kıpır duygular artık yoktu. Hatta derin bir hayal kırıklığı ile eve dönüyordu. Aradığı başarı ve mutluluğu bulamamıştı. Bu yeni okulunda inanılmaz bilgiler duyacağını, inanılmaz eğitmenlerle tanışacağını zannediyordu. Oysaki hocalar aynı eski üniversitesinde olduğu gibi bir slayt üzerinden birkaç satır okuyarak gitmişler, doluca okuma ödevi vererek dersi bitirmişlerdi. Okumalarını istediği makalelere göz attığında ise bir fizikçinin tonlarca yorum içeren tezleri ile dolu olduğunu görmüştü. Elle tutulur, ispatlı ve onu tatmin eden bilgiler yoktu. Hani bir çantayı çok almak istersin de ilk aldığında çok mutlu olur, iki gün sonra ise o çanta artık o kadar şey ifade etmemeye başlamıştır ya senin için. İlk günkü mutluluğun kalmamıştır. Ayça da aynı bu hissiyatlar içerisindeydi. 

Ayça’nın beklentileri karşılanmamış, tatmin olamamıştı. Onu tatmin edecek şeyleri kendi dışındaki dünyada olduğunu sanmıştı. Akademik bir üniversitede veya alanında çok uzman bir eğitmende bulacağını sanmıştı aradığı mutluluğu. Oysaki insanın kendi çabasında daha çok tatmin olmak vardı. Mutluluğu somut eşyalarda veya somut bir makamda aradıkça bulamıyordu insan. Yani o okul, o eğitmen değil, okumak, öğrenmek, yazmaktı kıymetli olan. Öğrendikçe mutlu olmak yetmeliydi! Bir ağacın neden yaz geldiğinde çiçek açtığını anlamak? Nasıl o çiçeği içinde adım adım büyüttüğünü izlemek! O çiçeğin canlı renklerinin aslında içinde barındırdığı zehirden geldiğini, ağaçların çiçek açarak kış boyu içinde biriktirdiği zehri dışarı attığını öğrenmek! Daha sonra tüm zehirli olan bitki ve hayvanlara bakıp hepsinin renkli ve desenli olduğunu görerek şaşırmak. Mantarın zehirlisinin kırmızı ve benekli olanı olduğunu, denizanasının denizin kirini ve zehrini topladığında renkleniyor, şeffaflığını kaybediyor olduğunu keşfetmek… Asıl insanı heyecanlandıran ve tatmin eden süreçlerdi. Bir okul, bir eğitmen, bir kitapta değildi yani işin sırrı sadece. İnsanın kendi araştırması, irdelemesi, düşünmesi, çabalaması, emek harcamasındaydı..

Hayatında emek vermekten pek kaçmazdı aslında Ayça. Hatta hep en iyi olmaya, en mükemmeli yapmaya çalışırdı. Mizacı gereği böyleydi, bir şey yapıyorsa ya en güzel şekilde yapar ya da hiç yapmazdı. Bu sebeple de yaptığı her iş çok beğenilir ve pek çok övgü alırdı. Bir de bu övgülere, babasından dolayı da maruz kalırdı. Babası alanında tanınmış bir Alman dili eğitmeniydi. İnsanlar babasının dersine uzak mesafelerden dil öğrenmeye gelirlerdi. Dolayısıyla babasının öğrencileri ve tanıdıkları onun kızı olduğunu öğrendiklerinde hemen ona iltifatlar yağdırırlardı. Pohpohlanarak büyümüş olmak Ayça’nın egosunu şişirmişti ama farkında değildi. O yüzden yerlere sığamıyor göklere çıkmaya çalışıyordu. İyi bir üniversite yetmiyor, en akademik dünyaca ünlü olanına girmesi gerekiyordu. O yönde istekleri ve emeği de fazla olunca orada mutluluğu bulacağıyla ilgili beklentisi de fazla oluyordu. Ama bu beklenti karşılık bulmamıştı. Demek ki mesele en mükemmelini yapmaya çalışmak değildi. 

Peki insan mükemmel olabilir miydi? Bir işi başardığında o başarının ne kadarını kendinden bilmeliydi? İnsanoğlu aldığı övgünün ne kadarını hak etmişti? Ayça’nın aldığı övgülerin sonucunda oluşan kibri yüzünden hayatının diğer alanları da zarar görüyordu. O evde iş yapmaya değil sahnelerde konferanslar vermeye layıktı. Bulaşık tabakları temizlemeye değil, bilgisayarda on parmak yazmaya layıktı. O yüzden gün sonunda yorgunluğunu birlikte atacağı, çay içip dertleşeceği bir hayat arkadaşı yoktu. Kendi ülkesinde değil, yurt dışlarında dünyaca ünlü kolejlerde araştırmalarını yapmalı, tezlerini yazmalıydı. O yüzden kendi ülkesini beğenmiyor, kendini ait hissetmiyor, ülkesinin güzelliklerini göremiyordu. Herhangi bir çay ocağında oturamaz, yabancı isimli, lüks dizayn edilmiş, mutlaka valesi olan bir mekanda oturmalıydı. O yüzden her an her yerde oturacak yer bulamıyor istediği şartları oluşturan mekanı ararken vakit kaybediyordu. Kullandığı kıyafetler tasarım marka ürünler olmalı, asla başkasıyla pişti olmamalıydı. O yüzden butik butik geziyor en farklısını bulmaya çalışıyor bir sürü zamanını harcıyordu. Peki hayat Ayça’ya onun kendisini koyduğu bu yüksek konuma göre mi davranıyordu? 

Ayçanın kibri hayatını etkilemeye devam ediyordu. Hata yapmayı kaldıramıyor, dayanamıyordu. Bir yanlışı olduğunda içten içe sinir krizleri geçiriyordu. Öyle ki geçenlerde yanlış bir restoran seçimi yapmış, yemeklerden ve servisten hem arkadaşları hem kendisi memnun kalmamıştı. Bu durumu öyle kafasına takmıştı ki o gece midesi bulanmış ve kusmuştu. Bu kadar basit ve sonuçlarının kimseye bir zarar vermediği bir seçimde, yaptığı basit bir hatadan dolayı kendini hasta etmek de neydi? Gerçekten insanoğlu ancak kendisine zulmediyordu. Peki hata yapmak insanı alçaltan bir durum muydu? Yükselmek ve kaliteli bir insan olmak için hiç hata yapmamak mı gerekiyordu? Yoksa aynı hatayı tekrar yapmamak mı? Ne kadar da basit sorular değil mi? Cevapları da basit. Ama insanoğlu kendine bu basit soruları sormadı. Sorsaydı yanlış şeylere takıldığını görecekti. Düşünseydi, insan olmanın gerçeğini anlayacaktı. 

Mutlu olmak adına yaptığı onca yanlış Ayça’yı nasıl da mutsuz etmişti! 

Beklentilerimizi kendimize çevirip marifetlerimizi ve sınırlarımızı bildiğimizde, hata yapabileceğimizi de kabul ettiğimizde, bize verilenlere şükrettiğimizde, en iyisi en güzeli için değil de doğru tepkiler vermek için çabaladığımızda asıl mutluluğu yakalayacağız. 

Peki ya sen! Mutlu olma adına hangi yanlışları yapıp mutsuz oldun? Kendine hiç sordun mu? 


   &

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla çocuğuyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabilir, eşiyle nasıl mutlu olabilir, patronuyla iş arkadaşıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabiliri öğrenir.


"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, 

En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 

Aynadaki kişi...

Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yahya Hamurcu




















Yorumlar

  1. Hırs nasilda insanı mutsuz ediyor. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Mutu olmak adına doğru adımlar atmak dileği ile.. kaleminize sağlık..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder