Keşke rüya olsun dediğimiz zamanlar vardır ya, işte öyleydi.
Her şey değil tabi. Güzel bir ailem var. Güzel okulum var. Öğretmenimi, arkadaşlarımı seviyorum. Ama öyle şeyler duyup, öyle şeyler seyrediyorum ki,
keşke rüya olsaydı diyorum.
Bugün okulda beyaz giyme günüydü. Hepimiz beyaz gömlek ya da
kazak giyip gittik. Özel şeyler giyince o günde özel oluyordu. Teneffüste
arkadaşlarımla , özellikle en sevdiğim arkadaşım Rukiye ile sohbet ediyorduk.
Sınıfımızda çok yaramaz ve çok sakar bir arkadaşımız var. Hepimiz bir aradayken
elindeki meyve suyunu tutup bizim üzerimize doğru sıktı. Vişne suyuydu.
Kırmızıydı. Ve beyaz kıyafetlerimizde kan gibi leke bıraktı. Arkadaşlarım önce
bağırdılar. Sonra kızdılar. Sonra lavaboya koşup üzerlerine sıçrayan lekeleri temizlemeye
çalıştılar.
Rukiye ve ben hiçbir şey yapmadık. El ele tutuştuk. Birbirimize baktık. Ve bu vişne lekesinin, insan lekesi yanında bir hiç olduğunu düşündük.
Vişne lekesi, salça lekesi, mürekkep lekesi, çamur daha da
kötüsü kan lekesi değil.
Hepsinden daha çıkmayanı ve tüm zamanlarda iz bırakanı
vardı.
İnsan lekesi…
Bir keresinde amcam bir misal anlatmıştı. Çok uzun zaman
önce yaşanmış bir misal. Gerçek bir olaymış.
Unutmamak için bugün bunu defterime yazıp hepinize anlatmak
istiyorum.
Uzak diyarlarda cahil bir topluluk varmış. Hem cahil, hem kötü, hem
fakirmiş. Ama fakirliği hep başka insanlardan alarak yaşamalarındanmış. Çünkü
kendileri üretmeyip, başka insanların eşyasına, parasına, yemeğine el koyarak
yaşarlarmış. Kendilerini ihtiyaç sahibi gibi gösterip sürekli isterlermiş. Ama
kendileri dışında kimseye vermezlermiş. O nedenle de hiç bereketleri olmazmış.
Üretmedikleri için sadece tüketirlermiş. Sürekli tüketince de fakirleşirlermiş.
Ama onlar bu defa daha çok almak için uğraşırlarmış. Fakat onları dışarıdan
görsen sanki hepsi çalışan üreten sanılırmış, çünkü başkalarının malıyla,
eşyasıyla, parasıyla, eviyle, toprağıyla kendilerine ait olmayan bir hayat
yaşarlarmış. Onlar kendilerine yerleşimciler diyorlarmış. Hazır olan her şeye emeksiz
yerleşirlermiş. Tükettikçe, daha çok alabilmek için daha zalimleşirlermiş.
Sonra daha zalim, daha zalim, daha zalim olurlarmış. O yüzden yüzlerinde insan
lekesi varmış.
Onların gerçeğini bilenler yüzlerindeki insan lekesini hemen
tanırlarmış. Ve yüzlerini ekşiterek bulundukları yerden uzaklaşırlarmış. Ama
bilmeyenler onları güzel görür ve onlara yaklaşırmış. Önce arkadaş olup, sonra
kendileri de onların eziyetlerine maruz kalırlarmış. Yerleşimciler başkalarının
sadece malını almakla kalmamışlar. Sonra canlarını da almaya başlamışlar. Çünkü
soludukları havayı da içtikleri suyu da, yedikleri lokmayı da istemişler.
Böylece ellerini de kana bulamışlar. Ellerine bulaşan kan yıkanıp çıkmış gibi
görünürmüş. Ama aldığın canın kan lekesi sana bulaştıysa asla çıkmazmış. Sadece
çıkmış gibi görünüp, yüzünü lekelermiş. Yani her şeyin bir izi varmış. Ama izi
kalmadan önce işaret verirmiş.
Sonra bir gün bir çocuk geçmiş o beldeden. Üzerinde bulut
gezen çocuk. Yüzüne hiç güneş değmemiş çocuk. Beyaz aydınlık yüzüyle geçmiş
oradan. Yanında onu çok seven amcası varmış. Çocuk o beldeden geçerken uzaktan
bir görüntü dikkatini çekmiş. Bir direğe bağlanmış iki çocuk ve bir kadın
varmış. Çocuk koşarak onların yanına gitmiş. Denizin ortasına doğru yapılmış
bir iskeleye bağlanmışlar. Sırf istediklerini vermediler diye işkence etmek için bağlanmış ve aç susuz bırakılmışlar. Onları kurtarmak için ellerindeki, ayaklarındaki
düğümleri açmaya başlamış.
O sırada tüm yerleşimciler koşarak üzerinde bulut gezen çocuğu yakalamaya çalışmışlar. Ama deniz kabarmış kabarmış kabarmış. Kocaman bir dalga gelip yerleşimcileri yutmuş.
Çocuk, kadını ve çocuklarını alıp iskeleden uzaklaştırmış.
Onlara su, ekmek ve biraz da elma ikram etmiş. Amcası olan biteni hayretle
seyretmiş. Ama emanetinin elini tutup oradan uzaklaşmışlar.
·
İşte misal böyle bitiyor dedi amcam.
- Methiye sakın şaşırma canım. İnsanlar, kendi egolarının isteklerine köle oldukları için lekeli yüzleri göremezler. Ama dünyada her şeyin bir işareti vardır. Ve eğer bir şeyin esiri değilsen gözlerin açıktır. Nasıl göründüğünün esiri olan insanlar yağmurda ıslanır. Çünkü kendilerine bakmaktan gökyüzündeki kara bulutu görmezler. Paranın esiri olan insanlar kazançlarını genellikle kaybederler. Daha çoğunu kısa yoldan kazanmak için kandırılırlar. Hepsi işaretini verir ama nankörler göremez Methiye.
- Hayatın kendisinden, Hak olandan başkasının kölesi olanlar, insanların yüzündeki gerçeği göremez. O yüzden Methiye, zalimi tanı, yüzünde insan lekesi olanı tanı. Kıyafetine dökülen yemeğin lekesi seni üzmesin. Yıkanır temizlenir. Ya da birinin zulmü seni ürkütmesin. Gözünün gördüğüne cesaret gösterilir.
- Bir gün sabır taşar ve dalgalar yükselir. Yer yarılır, gök çatlar, taş üstünde taş kalmaz. Mazluma ağlamayan pişman olur. Şu dünyada her varolan, insan lekesini tanır. Ve ona göre davranır.
Alt tarafı vişne suyuydu. Herkes üzüldü.
Ama ben ona üzülmedim. Birkaç saat sonra lekeden eser
kalmayacaktı.
Ama zulme uğrayanlara destek olmadıysak, üzüntümüz çok derin
olacaktı.
Keşke rüya olsaydı.
&
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
Çok etkileyici bir yazı. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilNe tatlı Methiye :) Ailemizden biri gibi… Ama en güzel yanı çok hassas, çok mutlu, çok umutlu…
YanıtlaSilBen Methiye’yi tanıdığım için çok mutluyum.
Keşke...
YanıtlaSilAhhh.. Gerçekten de keşke rüya olsaydı tüm yaşananlar...
YanıtlaSil“Bir şeyin esiri değilsen gözlerin açıktır.” Ne de güzel yazmışsınız kaleminize sağlık🌸
YanıtlaSil