Kapının eşiğinde papatya çayını içerken düşünüyordu.
Üzgündü. Az önce haberleri seyretmiş, ülkesinden göç edenlerle ülkesine sahip
çıkanları anlamaya çalışmıştı. Hangisine benziyordu? Ona verilenlere sahip
çıkıp korur muydu? Yoksa ceketini alıp yola koyulur muydu? Yade, kendi hayatını
düşünürken papatya çayına bir damla gözyaşı damladı.
Yade’nin eşi Mert finansçıydı tam bir iş kolik. Çocuğuna,
eşine düşkündü ama en çok da anne ve babasına düşkündü. Mert sülalenin en
parlak en çalışkan torunuydu. Olgunlaşmamış anne ve babasına ebeveynlik yapan
bir evlattı. Mert ‘in annesi Nermin Hanım “Ben bilmem Nermin” olarak tanınırdı. Oğlu evlenmesine rağmen hayatlarıyla ilgili
tüm kararları oğullarına aldırırdı.
Nermin hanım ve eşinin de isteğiyle genç Mert’i ailenin
büyüğü, köyün sorumlusu yapmışlardı.
Büyük şehirde evlenip çoluk çocuğa karışan Mert’in ruhu hep köyünde
gibiydi. Hep oralarda akrabalarıyla aynı çevrede yaşamak istiyordu. En çok
övüldüğü en çok değer gördüğü çevreyi özlüyordu.
Yade ise eşinin isteklerine uyumlu olmaya çalışmıştı. En
güzel gençlik zamanlarını, tatillerini eşinin ailesiyle geçirmişti. Köye yıllarca
gidip gelmişti, çocuğuyla oralara taşınmıştı.
En sonunda evini de orada almıştı Mert. Denizin karşısında
köyünün çok yakınındaydı evi. Yade’nin ise orada olmak isteyip istemediği ile
ilgilenmemişti. Eve ya da köye karşı değildi. Tek istediği şey ona ait
olmasıydı. Yani bizim evimiz demek istiyordu. Bizim evimiz bizim eşyalarımız… Yade
kendine ait olmayan bir yerde başkalarıyla birlikte uzun süre kalınca rahat
edemezdi. Ama onların evi yerine herkesin evi oluyordu. Kendi yurdunda garip
olanlardan oluyordu.
Gündüz birileri ne plan yaparsa ona uyulurdu. Genelde
kararları eşi verirdi. Ev hanımı yengeleri varken Mert perde tül mobilya
aksesuar yemek her türlü kadının ve erkeğin işlerini üstlenirdi. Bağın bahçenin
gelirini anne ve babasına verirdi. Ben hobi olarak ilgileniyorum derdi.
Yade kendi gibi olamadığı, akranlarının olmadığı, herkesin
tatil için geldiği ama tüm bedelleri Mert’e ödettiği yerde olmak çilesini
yaşıyordu. Şimdi 50 li yaşları çoktan geçmişti. Koltuğun üzerinde karşıdaki içi
tek tük rast gele atılmış fincanlarla dolu vitrine bakıyordu. Uzun süredir
temizlenmemiş bir köşeye atılmış vitrin ve içindeki hiç el değmemiş fincanlar.
Az önce kovulduğu evde tek sevimli gelen parçalar bunlardı. Birkaç
tane üzerinde çiçek figürlerinin olduğu fincan takımı. İşgalcilerin evinden
kovup, başka yerlere sürdükleri insanlara benziyordu. Ellerine geçen ilk eşyayı
alıp çıkanlar gibiydi. O da papatya çayı içtiği fincanlarıyla giderdi herhalde.
- Nasıl bu hale gelmişlerdi?
- Acaba Yade’nin kendisine yer bulamamasının sebebi neydi?
- Derinlerde kök salamamasının sebebi neydi?
Katıldığı bir toplantıda ''Bahçemden size fındık getirdim.''diyen arkadaşını hatırladı
Onca yıllık evliliğinde bir kez benim bahçem, benim evim
diyememişti. Ne göç edebilmiş ne toprağına sahip çıkabilmişti.
Kendini hak ettiği konuma layık görememe haliydi bu. ''Sen buraya ait değilsin!'' bakışları kendi yanlış inançlarından olabilir miydi? Peki ben nereye aitim diye düşündü.
Burası benim yerim diyemeyen kendi bakışları nasıl
düzelecekti?
Hayatında kaç kez tekrarlandı bu sahne…
“Yerini bulamama sendromu diye bir sendrom var mıydı acaba?
Değersizlik duygusu insanın kendi zihninde oluşturduğu bir
zafiyettir.
İlk gözden çıkarılan çok çabuk ötekileştirilen olmamak için
bulunduğun yere bedel ödemen yetmez. Yetkiyi de kullanmak gerek. Sorumluluk var
ama yetki yoksa bu insana zulmediliyor demektir. Yetki var ve sorumluluk yoksa
bu insan zulmediyor demektir.
Kararlarda dahil olmak, ben de ''Varım'' demek…
Son bir sahnenin yaklaştığı belliydi. Son bir hamle
gerekecekti.
Çok ihtiyaç giderip, yetkiyi de alacaktı.
Yusuf’u hatırladı.
Oradan oraya atılışını…
Hiç değer görmeyişini…
Sahip olmasını değil, Sahip çıkışını hatırladı…
Ve sonra yükselişini…
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık ♥️💚
YanıtlaSilBize de Yusuf 'u hatırlattı
YanıtlaSilBedel dengesini doğru kurmamak insanı bu duruma sokan şey.
YanıtlaSilNe kadar ihtiyaç gideren bir yazı olmuş. Emeklerinize sağlık🌺
YanıtlaSilNe çok rol çalan var, kıymet vermeyen, sömüren, peki neden hiç düşündük mü ?
Ne güzel yazı olmuş. Kendimi buldum yazıda. “Sorumluluğu alıpta, yetkinin olmaması” aradığım cevap geldi… içten anlatımınız için teşekkür ederim. Hay
YanıtlaSilİhtiyaç giderdiğin yerde yükselirsin. Bedeli doğru yere koyduğunda ihtiyaç gidermiş olursun. Sorumluluk var yetki de var o zaman.. Biz insanlara çok anlam yüklüyor ve bedeli oraya koyuyoruz. Oysa ki bedel tek bir kişinin veya kişilerin üzerine olmaz. Tanık olduğumuz,şahit olduğumuz her şeyden sorumluyuz.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık🌸
YanıtlaSil