GÖÇEBE HAYATLAR

Beyaz taç yapraklar ve ortasında sarı tohumları ile doğanın gelini gibiydi papatyalar. Hem güzel hem faydalı. Rüzgarla sürüklenen göçebe hayatları vardı. Fakat yerleşince sapasağlam yaşarlardı. Çekirdek aileye benziyordu. Bir evde toplanmış ayrı bireyler gibiydiler. Ayrı ama bağlı. Fakat kurutulduğunda bembeyaz yaprakları da sararıyordu. Hatta sarı ile beyaz birbirine yaklaşıyordu. Demek ki suyu çekilince renkler, tenler, birbirine benziyordu.

Kapının eşiğinde papatya çayını içerken düşünüyordu. Üzgündü. Az önce haberleri seyretmiş, ülkesinden göç edenlerle ülkesine sahip çıkanları anlamaya çalışmıştı. Hangisine benziyordu? Ona verilenlere sahip çıkıp korur muydu? Yoksa ceketini alıp yola koyulur muydu? Yade, kendi hayatını düşünürken papatya çayına bir damla gözyaşı damladı.

Yade’nin eşi Mert finansçıydı tam bir iş kolik. Çocuğuna, eşine düşkündü ama en çok da anne ve babasına düşkündü. Mert sülalenin en parlak en çalışkan torunuydu. Olgunlaşmamış anne ve babasına ebeveynlik yapan bir evlattı. Mert ‘in annesi Nermin Hanım “Ben bilmem Nermin” olarak tanınırdı.  Oğlu evlenmesine rağmen hayatlarıyla ilgili tüm kararları oğullarına aldırırdı.

Nermin hanım ve eşinin de isteğiyle genç Mert’i ailenin büyüğü, köyün sorumlusu yapmışlardı.  Büyük şehirde evlenip çoluk çocuğa karışan Mert’in ruhu hep köyünde gibiydi. Hep oralarda akrabalarıyla aynı çevrede yaşamak istiyordu. En çok övüldüğü en çok değer gördüğü çevreyi özlüyordu.

Yade ise eşinin isteklerine uyumlu olmaya çalışmıştı. En güzel gençlik zamanlarını, tatillerini eşinin ailesiyle geçirmişti. Köye yıllarca gidip gelmişti, çocuğuyla oralara taşınmıştı.              

En sonunda evini de orada almıştı Mert. Denizin karşısında köyünün çok yakınındaydı evi. Yade’nin ise orada olmak isteyip istemediği ile ilgilenmemişti. Eve ya da köye karşı değildi. Tek istediği şey ona ait olmasıydı. Yani bizim evimiz demek istiyordu. Bizim evimiz bizim eşyalarımız… Yade kendine ait olmayan bir yerde başkalarıyla birlikte uzun süre kalınca rahat edemezdi. Ama onların evi yerine herkesin evi oluyordu. Kendi yurdunda garip olanlardan oluyordu.

Gündüz birileri ne plan yaparsa ona uyulurdu. Genelde kararları eşi verirdi. Ev hanımı yengeleri varken Mert perde tül mobilya aksesuar yemek her türlü kadının ve erkeğin işlerini üstlenirdi. Bağın bahçenin gelirini anne ve babasına verirdi. Ben hobi olarak ilgileniyorum derdi.

Yade kendi gibi olamadığı, akranlarının olmadığı, herkesin tatil için geldiği ama tüm bedelleri Mert’e ödettiği yerde olmak çilesini yaşıyordu. Şimdi 50 li yaşları çoktan geçmişti. Koltuğun üzerinde karşıdaki içi tek tük rast gele atılmış fincanlarla dolu vitrine bakıyordu. Uzun süredir temizlenmemiş bir köşeye atılmış vitrin ve içindeki hiç el değmemiş fincanlar.

Az önce kovulduğu evde tek sevimli gelen parçalar bunlardı. Birkaç tane üzerinde çiçek figürlerinin olduğu fincan takımı. İşgalcilerin evinden kovup, başka yerlere sürdükleri insanlara benziyordu. Ellerine geçen ilk eşyayı alıp çıkanlar gibiydi. O da papatya çayı içtiği fincanlarıyla giderdi herhalde.

  • Nasıl bu hale gelmişlerdi?
  • Acaba Yade’nin kendisine yer bulamamasının sebebi neydi?
  • Derinlerde kök salamamasının sebebi neydi?

Katıldığı bir toplantıda ''Bahçemden size fındık getirdim.''diyen arkadaşını hatırladı

Onca yıllık evliliğinde bir kez benim bahçem, benim evim diyememişti. Ne göç edebilmiş ne toprağına sahip çıkabilmişti.

Kendini hak ettiği konuma layık görememe haliydi bu. ''Sen buraya ait değilsin!'' bakışları kendi yanlış inançlarından olabilir miydi? Peki ben nereye aitim diye düşündü.

Burası benim yerim diyemeyen kendi bakışları nasıl düzelecekti?

Hayatında kaç kez tekrarlandı bu sahne…

“Yerini bulamama sendromu diye bir sendrom var mıydı acaba?

Değersizlik duygusu insanın kendi zihninde oluşturduğu bir zafiyettir.

İlk gözden çıkarılan çok çabuk ötekileştirilen olmamak için bulunduğun yere bedel ödemen yetmez. Yetkiyi de kullanmak gerek. Sorumluluk var ama yetki yoksa bu insana zulmediliyor demektir. Yetki var ve sorumluluk yoksa bu insan zulmediyor demektir.

Kararlarda dahil olmak, ben de ''Varım'' demek…

Son bir sahnenin yaklaştığı belliydi. Son bir hamle gerekecekti.

Çok ihtiyaç giderip, yetkiyi de alacaktı.

Yusuf’u hatırladı.

Oradan oraya atılışını…

Hiç değer görmeyişini…

Sahip olmasını değil, Sahip çıkışını hatırladı…

Ve sonra yükselişini…



                                                                                        &

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla çocuğuyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabilir, eşiyle nasıl mutlu olabilir, patronuyla iş arkadaşıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabiliri öğrenir.


"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, 

En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 

Aynadaki kişi...

Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yahya Hamurcu




Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık ♥️💚

    YanıtlaSil
  2. Bize de Yusuf 'u hatırlattı

    YanıtlaSil
  3. Bedel dengesini doğru kurmamak insanı bu duruma sokan şey.

    YanıtlaSil
  4. Ne kadar ihtiyaç gideren bir yazı olmuş. Emeklerinize sağlık🌺
    Ne çok rol çalan var, kıymet vermeyen, sömüren, peki neden hiç düşündük mü ?

    YanıtlaSil
  5. Ne güzel yazı olmuş. Kendimi buldum yazıda. “Sorumluluğu alıpta, yetkinin olmaması” aradığım cevap geldi… içten anlatımınız için teşekkür ederim. Hay

    YanıtlaSil
  6. İhtiyaç giderdiğin yerde yükselirsin. Bedeli doğru yere koyduğunda ihtiyaç gidermiş olursun. Sorumluluk var yetki de var o zaman.. Biz insanlara çok anlam yüklüyor ve bedeli oraya koyuyoruz. Oysa ki bedel tek bir kişinin veya kişilerin üzerine olmaz. Tanık olduğumuz,şahit olduğumuz her şeyden sorumluyuz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder