Bir, iki, üç, dört, beş, altı… Tek tek her birine bastı. Beyaz reflektörlü yazılar, yumuşak, siyah plastikten yapılmış dikdörtgen tuşların üzerinde parlıyordu. Geniş konsolun tam ortasındaki radyonun düğmelerine her dokunduğunda farklı tarzda bir kanal çıkıyordu. Yeni arabaların da sorunu buydu. Radyo var ama bir CD çalar yoktu. Sevdiği sanatçıların CD’lerini dinleyemiyordu. Bu cep telefonlarına yüklenen yeni uygulama zımbırtılarından anlamıyordu ki! Tam şarkıya heveslendiğinde reklam giriyor ve bütün keyfini yerle bir ediyordu. Bir sürü CD’si vardı. Hoşuna giden albümleri almıştı. Ama sonra teknoloji değişmiş ve bir şeyler eskide kalmıştı. Ve şimdi arabasında CD çalar yoktu. Parmakları yeniden tuşlara dokundu.
Güzel bir gündü aslında. En başında, yataktan kalktığında
havada hoş bir esinti vardı. Pencereden solgun yapraklı ağacı seyrederken keyfi
yerindeydi. Sonra duş aldı, tıraş oldu ve şık takımını giydi. Güzel aydınlık
bir hava, tatlı bir serinlik ve mavi gökyüzü eşliğinde iş toplantısına
gidecekti. Elinde kıymet verdiği bir ürün vardı. Ve onu satması gerekiyordu.
Nihayet ciddi bir alıcı bulmuştu. Yüklü miktarda satarsa hayatında yeni bir
sayfa açılacaktı. Ve hakikaten bunun için çok uğraşmıştı. Yıllardır ödediği bedeller
sonunda karşılığını bulacak mıydı? ‘’Başaracağım’’ diyordu kendi kendine. Oku
atacak ve onları tam on ikiden vuracaktı.
Şimdiye kadar olmamıştı. Çalışmalarının karşılığını bir
türlü alamamıştı. Yıllardır uğraşıyor yeni bir ürün hazırlıyor, Pazar buluyor
ama sonrasında müşterilere satma konusunda çuvallıyordu.
İki gün boyunca son bir haftadır hazırladığı konuşmaya çalışmıştı.
Ona yöneltilecek her türlü soruya hazırlanmıştı. Ve evde kendi kendine bir
sahne hazırlamıştı. Elleri cebinde ayakta konuştu. Oturarak koltuğa sırtını
dayayıp konuştu. Oturarak masaya doğru eğilip konuştu. Beden dilini nasıl en
iyi kullanarak karşı tarafı ikna ederim konusunda çalışmalar yaptı. Sesini
ayarladı. Güçlü ve kendinden emin durmaya çalıştı. Ne de olsa ürününe güveni
tamdı. Müşteriyle toplantıyı bitirdiğinde, herkesi kendisine hayran
bırakacaktı.
Ama hayat bazen başka karar verir…
Onca hazırlıktan sonra toplantı tam bir fiyaskoydu. Şık
takım elbisenin içinde gömleği terden sırılsıklam olmuştu. Masada çok satma
ümidiyle gittiği ürünleri beğenmişler ama karar verememişlerdi. Heyecanına
yenik düşüp aktifleşmişti. Aklında sadece ‘’ bunu satacağım, yapacağım,
başarmalıyım’’ cümleleri vardı. Aktifleşince de hiç soluk almadan konuşmuştu.
Bir süre sonra müşteri de sunumdan uzaklaşmıştı.
Toplantı sonrası binadan çıkarken kendisini, topu mahallenin
huysuz amcası tarafından patlatılmış bir çocuk gibi hissediyordu. Resmen boynu
büküktü. Erkek olmasa gözleri bile yaşaracak, göz bebekleri büyümüş bir kedi
yavrusu gibi bakacaktı. Ama koca adamdı. Ağlamak yerine nerede hata yaptığını
anlamaya çalışacaktı.
Ama hayat sonuç değerlendirmesi ister…
İşte tam da o sırada radyoda zihnini dağıtacak bir kanal arıyordu. Tekrar tekrar başa dönüyor birden altıya kadar sırayla düğmelere basıyordu. Yumuşak tonda konuşan bir konuşmacıya denk geldi. Öğüt almak da istemiyordu. Ama öğüt verir gibi değil de sanki bir gerçekten bahsediyordu. Tam da kendisini anlatıyordu.
- ‘’Sen yayı güçlü çek, oku atan hayattır’’ diyordu.
İnsan hep on ikiden vurmaya odaklanır. Yayı nasıl çektiğine
bakmaz. Oysa ‘’oku atan sen değilsin’’ der hayat. Sen ön hazırlığınla,
oluşturduğun sebeplerle, o noktaya varırken ki niyetlerinle ilgilenmelisin.
Sonuç insanın kendisine bağlı değildir. Ama tüm problem çözmek
için çabalamaları, tüm oluşturduğu sebepleri, tüm bedelleri, kendisine bağlıdır.
Fakat insanların çoğu sonuç odaklıdır. İsteklerine ne zaman
ulaşacağı ile ilgilenir. Karşılığında kendisinden çıkacaklara konsantre olmaz.
Peki, o nasıl gelmişti bu noktaya?
Biraz düşündü dinlediklerini... Yoğun bir trafikte, bir
arabanın içinde, siyah ön konsolda parmaklarını dolaştırırken, nerede hata
yaptığını düşündü.
İsteklerini düşündü ve ihtiyaçlarını. Sonra
sahip olduklarını, ona verilenleri getirdi gözünün önüne.
- Bir şeyi çok istemek sahip olmayı gerektirir mi?
- Ya da biz mi sahip oluyoruz istediğimiz şeylere?
- Ürünü satan biz miyiz?
- Yoksa hayat mı ikna ediyor karşımızdakini?
Bir daha ki sefere, yine çok çalışıp gidecekti. Sonra
susacak, cevabı hayattan bekleyecekti.
Deneyimsel tasarım öğretisi der ki; İnsanların çoğu kendisine verilen desteği, yapılan iyiliği
görmezden gelir. O satışı kendisinin yaptığını, kendisinin kazandığını, ateşi
kendisinin yaktığını zanneder.
Ama azı da vardır ki, verilen her türlü yardıma teşekkür eder, yayını çeker ve sonrasını bekler. İşte asıl başarılı olanlar da onlardır.
&
Sonuçlara uygun sebeplere yoğunlaşmak, sonuçla ilgilenmemek nasıl bir konfor veriyor insana, nasıl bir rahatlık veriyor aslında bunu anlamak çok güzel teşekkürler
YanıtlaSilNe çok şey anımsattı
YanıtlaSilEllerinize sağlık
Kaleminize sağlık ne güzel anlatmışsınız
YanıtlaSilHakikaten öyle...
YanıtlaSilİnsanı yetiştiren şey zaten o oku çekerken karşılaştıkları ve onlara verdiği tepkiler değil mi:)
Çok güzel bir yazı kaleminize sağlık
Teşekkürler, çok güzel yazı, ellerinize sağlık
YanıtlaSilBiz sadece istediğimiz şeyin olması için cabalayabiliriz. Ama sonucu yaratamayız. Ama çabalarımızın sonucunu bize hayat mutlaka verecektir..
YanıtlaSilSonuca değil sebeplere odaklanmak... ellerinize sağlık..
YanıtlaSilCok guzel bir yazi. DTO nun ogretileri nokta atisiyla hikayelestirilerek anlatilmis. Bu guzel blog post'u icin tesekkurler...
YanıtlaSilNe kadar anlamlı bir başlık. Hikmeti kendinden bilene sarsıcı, azimle çabalayana müjdeler veren. Kaleminize sağlık.
SilOku atanın ben olmadığını bilmek ve ATTIRANIN farkında olabilmek ne büyük bir huzurdur kalplere… Kaleminize sağlık
YanıtlaSilÇoğu zaman ne kadar de kendinden biliyor insanoğlu, olayın içinde boğulup duruyor.. Aslında sadece sebeplere odaklanabilse ne kadar rahat edecek farkında bile değil.. çok çok güzel bir yazı olmuş. Yine hayatıma dokunacağı zaman karşıma çıktı. Çok teşekkür ederim, çok çok anlamlı bir yazı olmuş..
YanıtlaSilNe güzel, ne rahatlatıcı... Elinden geleni yap ve bırak, oku atan sen değilsin ...
YanıtlaSil"Sen yayı güçlü çek oku atan hayattır" Ne kadar doğru önemli olan bu hayatta ortaya koyduğumuz sebepler
YanıtlaSil“Oku atan sen değilsin!” “Sebeplere odaklanmak, sonuçlarla ilgilenmemek!” Kaleminize sağlık, çok beğendim, teşekkürler. 🌷
YanıtlaSilİnsan işte hep kendinden biliyor hikmeti. Kendinin herşeyin en iyisine layık olduğunu düşünüyor. Halbuki bütün mesele sebepler de… Gerçekten sebepler güzelleşince sen kim olursan ol sonuçlar da güzelleşiyor.
YanıtlaSilKaleminize sağlık…
Teşekkürler
YanıtlaSilSebepleri oluşturup, sonuç için duyguya kapılmamak, sakin olabilmek ne güzel anlatılmış.Kaleminize sağlık.HY
YanıtlaSilemeklerinize sağlık
YanıtlaSilBir daha ki sefer yine çok çalışıp suasacaktı ve cevabı Allahtan bekleyecekti…
YanıtlaSilOku atan sen değilsin 😔 bunu bilmek
YanıtlaSil