ONU SUYA BIRAK
Gülin canım arkadaşım.
İşte yine aynı sofrada hasret gideriyoruz. Dile kolay, otuz altı senelik dostluk. Arada kopukluklar olsa da, uzaktan da olsa sürdürülebilmiş olan bir arkadaşlık ilişkisi. Belki de kardeşlik ilişkisi. Zira insan hayatında öyle kimseler vardır ki en yakınındır ama uzaktasındır. Öyle de kimseler vardır ki, uzaktasındır ama en yakınından daha yakınsındır. Aynı niyetleri aynı hedefleri olan insanlar hep birbirinin yakınıdır aslında.
Gülin üniversiteden arkadaşım. Kız öğrenci yurdunda aynı odayı paylaştığımız arkadaşlar sadece odayı değil; dertlerimizi, üzüntülerimizi paylaştıklarımız durumuna geliyor bir süre sonra.
Okuduğumuz şehrin bir delikanlısına aşık olup orada kaldı. O dönem aşklar kıymetli tabii. Hey gidi günler... Bir gün geldi Gülin dedi ki;
"Kızlar Suat’ın annesi benimle tanışmak istiyormuş."
Kayınvalidesi ile ilk tanışacağı zaman kız öğrenci yurdunda onu hazırlayıp, çay bahçesine gönderip, dönüşünü sabırsızlıkla beklediğim canım arkadaşım.
Sonrasında evlendi. Kayınvalidesi pek de istememişti Gülin’i, ama ne yapsın ki oğluna çok düşkündü. Küçük yaşta yetim kalan iki oğlunun büyüğü idi Suat. Her yetim annesi gibi babalarının eksikliklerini hissettirmemek için çalışmış çabalamış bir anne. Paylaşmak ne zordu ona kalan emaneti.
Gülin’imizin ve Suat’ımızın dillere destan aşkı sonrası evlenerek gelin kaynana aynı evde yaşamaya başladılar. Ve bir süre sonra sıkıntılar çıkmaya başladı. Gel zaman git zaman aynı evde oturamaz hale geldiler. Maddi sıkıntılarına ve yeni doğmuş bebeklerine rağmen ayrı bir eve çıkmak zorunda kaldılar.
Hayatta bazen avantajlı, bazen dezavantajlı görürüz kendimizi. İnsanoğluna isabet etmiş olan hiçbir olay, hiçbir hikaye adaletsiz değildir oysa. Suat yetim ve evin büyük erkeği olarak yetiştiği için sorumluluk almayı bilen, her işini kendisi gören, hayata karşı problemlere karşı pek çok çözüm üretebilen bir insan haline gelmişti. Zira her gerçek engelin bir avantajı vardır.
Onu yetiştiren bir babası yoktu ama onu yetiştiren bir hayat vardı. Ne kadar yumruk yerse yesin her zaman ayağa kalkabilecek gücü vardı.
Ve işte yıllarca yaşanan sıkıntılar, sevinçler derken nasıl da aradan otuz altı sene geçmiş, anlayamadık. O günden bugüne birbirimizin farklı dertlerini dinledik, dertleştik. O zamanın gündemi ne ise o konudaki sıkıntılar olurdu konumuz. Şimdi ise; onların gündeminde evli olan büyük oğlu, gelini ve torunu vardı. Gülin hiçbir zaman torun bakma taraftarı değildi. Bunu da en baştan söylemişti oğluna. Oğlu ve gelininin geliri iyi bir işleri vardı. Yani Gülin ve Suat’ın evlendikleri ilk günlere kıyasla bir elleri yağda bir elleri balda bir hayatları vardı. Gülin baştan niyetini söylemiş olsa da bırakın çocuğa bakmamayı aynı apartmana taşınıvermişti bile oğlu ve gelini. Hayat niyetlerimize bakıp bize öyle bir sistem dizayn ediyor gerçekten de. Gülin’in önüne bir sahne konulmuştu. "Bakalım niyetinde samimi misin, torununa bakmamak için," diye. Bu da onun şikayetini artırmıştı.
Gülin’le ne zaman telefonda konuşsam ya kayınvalidesinden ya da gelininden şikayet eder dururdu. Büyük sıkıntılardan gelip, çalışıp, didinip sahip oldukları birkaç evlerinden biri olan bu bahçeli verandalı evde işte yine konumuz bu idi.
Gülin, "Ben aslında çocuğa bakmak istemedim ama işte oğlan bizim apartmana taşınınca;" Anne sen bakar mısın?" dedi. Çok istemedim ama başka ne yapabilirdim ki, hem bakmayacağım desem oğlan küser gider, bir daha asla benimle konuşmaz. Çocuğa bakmak bir yana bir de işten geliyorlar, yiyorlar, içiyorlar mutfağı bile toparlamadan "Çocuğun uykusu geldi." deyip hemen kendi evlerine iniyorlar.
Ben de; "Peki Gülin’ciğim sen bu çocuğa bakmasan kim bakacaktı?" ye sordum.
"Gelinin annesi baktı biraz, sonra o da işe girdi. İşe gitmediği dönemde de evinde ne eksik varsa oğluma aldırtıyordu. İnternet faturasına kadar ona ona ödetiyordu."
"Peki Gülin’ciğim sen torununa bakmana karşılık bir bedel talep ediyor musun çocuklardan?"
Gülin: "Aaa, insan çocuğundan nasıl böyle bir şey ister. Ben hayatta böyle bir şey yapamam. Aslında ben devamlı bakamam demiştim." Kreşe verin, ben götürür getiririm." demiştim. Ama kreş paraları çok pahalı olunca birkaç saat birkaç günlük bulduk uygun fiyata. Sonra ilk gidişinde çocuk kapıda "Girmem!" diye ağlayınca ondan da vazgeçtiler. Şimdi ben gece gündüz kendimi çocuğa göre ayarlamak zorunda kalıyorum. Bir şey desem oğlan hemen küsecek, kopup gidecek. Üstelik hesaplarını bilmiyorlar, hafta sonları kahvaltı hazırlamak istemiyorlarsa bir bakıyorsun dışarılarda kahvaltılar, yemekler… Bizim oğlan hep böyle hesapsız kitapsızdı zaten. Bak ne güzel bahçemiz, ağaçlarımız, meyvelerimiz var birlikte yetiştirilmesine yardım etmek yerine üstüne bir de bize akıl veriyor. "Şurayı neden böyle yapmadınız? Burayı neden böyle yapmadınız?" diye.
Ben de ona geçmişten benzer bir sahneyi hatırlatmak istedim: "Hatırlıyor musun senin kayınvaliden de bakmamıştı hatta evden göndermişti sizi. O zamanda Suat annesine küsmüştü ama yine de bir çaresini bulmuştunuz. Suat hala annesi ile görüşüyor şu anda demek ki kopup gitmemiş."
Gülin; "Biz zorluklara katlanıyorduk şimdikiler öyle değil ama. Hemen silip atıyorlar." diye şikayetlendi.
"Peki bunun çözümü nedir Gülin’ciğim?" diye sordum.
"Çözümü yok bu işin…" dedi.
Ben de ona "Emin misin?" der gibi baktım.
İnsanoğlu seçim yapabilen tek varlık çünkü ona irade verilmiş. Düşünme becerisi verilmiş. Doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneği verilmiş. Anladım ki şu durumda Gülin’e ne çözüm sunarsam sunayım kabul etmeyecekti. Çünkü bir insanın bir konuda ne kadar çok isteği varsa o konuda bilinci kapalı oluyor. En güzeli susmaktı. Ne zamana kadar? Kendisi ‘’Bu işin çözümü nedir?’’ diye sorana kadar. Gerçekten samimi bir şekilde çözüm aramak istediğini nasıl anlayacaktım peki? O konuda tekrar tekrar soru sorana kadar.
İşte o zaman anlayabilecek boyuta gelebiliyor insan. Merak nerede ise öğrenme orada oluyor çünkü. Gerçek bir insana tam da o zaman anlatılabilinir.
O gün geldiğinde sana anlatmak isterim ki canım arkadaşım;
Senin kadar vefakar ve cefakar olduğunu herkes biliyor. Senin ne zorluklarla çocuklarını büyüttüğünü en iyi bilenlerden biri de benim. İyi niyetin, dobra olman her zaman senin sevilip sayılmanın sebebi.
Ah canım arkadaşım, güzel arkadaşım lakin bu hayatta hiçbir problem çözümsüz yaratılmamıştır. Bu yaratandan şüpheye düşmek olur. Problemi yaratan çözümünü de çok yakına koymuştur ama bizim bilincimiz açık değilse göremeyebiliyoruz. Oysa çözümün o kadar yakınında ki, aynı yastığa baş koyduğun Suat’a bakman yeterli. Neredeyse kendi başına büyümüş bir insan tüm bunlardan sence zararlı mı çıkmış yoksa güçlenerek mi çıkmış?
Hani Hz. Musa bebekken Firavun tarafından öldürülecekti de ona bir emir geldi ‘"Onu sandığa koy, suya bırak’’ diye. Emri verenden emin olan korkmuyor bırakıyor evladını. Sonunda saraylarda büyüyen bir çocuk oluyor, ona gözü gibi bakan bir anne onu buluyor, dahası sonrasında sen de o saraya yerleştiriliyorsun onu emzirebilmek için.
Henüz yüzüne diyemiyorum ama canım Gülin’im "Peki nasıl?" diye strateji aradığında alacağın cevap hep aynı olacaktır, Musa’ın annesi gibi, Suat’ın annesi gibi "Onu suya bırak!"
&
Bu yazıyı beğendiyseniz benzer yazılarımızı buradan okuyabilirsiniz.
Biz bırakmadıkça sorunlar artarak büyüyecek, oysaki egomuza ters gelse de insanların kendi sorumluluklarını almasına imkan verdiğimizde gerçekten başarmış olacağız ve birlikte ilerlemiş olacağız…
YanıtlaSilİnsan kendi problemine kendi çözüm bulunca hayata karşı güçleniyor. Suya bırakabilmek lazım. Elinize sağlık
YanıtlaSil