Kralıyla Prensinin Arasında Kalan O Kız

 

KRALIYLA PRENSİNİN ARASINDA KALAN O KIZ

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde diye başlayan masallarla büyütülmüş bir kız olarak evliliğin hep büyülü bir şey olması gerektiğine inandım. Ergenlik zamanımda beni bir görseydiniz. Kafamdan geçen düğün senaryolarını, baloları, beyaz atlarla, yanımda prensimle baloya girerken herkesin bana gül yaprakları attığını hayal ettiğimi bir bilseydiniz. Bugün yaşadıklarımın neden beni bu kadar hayrete düşürdüğünü anlardınız dostlarım...

Çünkü hayal kurarken, Bu bana nasıl kazık atabilir? Hangi konularda kendimi korumalıyım?” diye düşünmüyoruz.

Bu yüzden hayatın bir çok sillesini bazen kendi yemiş ve bazen başkalarında görmüş anne babalarımız bizim aklımızın 'bir karış' havada olduğunu anlayıp bize müdahale etmek istiyorlar haliyle. Biz de onları kalpsizlikle, romantizmi anlamamakla suçluyoruz. 

Onlar da sadece bizi korumak ve zarar görmediğimizden emin olmak istiyorlar. 

Bizi toy ve saf buluyorlar. 

Halbuki biz sadece güvenmek istiyoruz.

Güvenmek ve sevmek…

İncinmemek ve incitmemek…

İşte böyle, zaman zaman ailemizle sevdiğimiz arasında sıkıştığımız anlar ve olaylar olur. Şimdilerde ben de eşim ve babam arasında sıkıştım kaldım a dostlar…

Babamın kültüründe kızlara mal mülk vermek yoktur. Çünkü onların 'sille yemiş büyükleri' yedikleri kazıktan sonra bir töre oluşturmuşlar. Evli bir kıza asla mal verilmez. Çünkü verildiğinde kocası o malı elinden alır, kızını da boşarsa mağdur olunur.

Hem yıllarca verdiğim emeğim elimden gidecek,

Hem de yavrum üzülecek bir sürü duygu karmaşası.

İnsanların diline düşmek istememek vesaire...

Belki törenin bir mantığı vardı, belki de haklıydı babam. Ama dedim ya beyaz atlı prensiyle tapu müdürlüğünde birbirine gireceğini düşünemiyor insan. Sadece kolkola sahilde yürürken hayal edebiliyor kendini…

Hep mutlu olacağı anları hayal ediyor insan.

O sırada burnuna bir uğurböceği konduğunu, ikinizin de buna kıkırdadığını, deniz kokusunu ciğerlerinize çekerek yürümeye devam ettiğinizi düşünüyorsunuz sadece. Ya da bir tek ben mi böyleyim? 

Annem de aslında benzer kültürden gelir ama kadın olduğu için aynı törenin acısını çekmiş, babası ve abileri tarafından haksızlığa uğratılmış, tok evin aç kedisi olmaya mahkum bırakılmış. O yüzden ölmeden önce babama vasiyetiydi: "Benim gibi olmasın, kızımıza hakkı neyse verelim.” demişti. Nurlar içinde yatsın pamuk annem…

Babam sonunda bana düşen evin tapusunu verdi. Ama bizim sülalede  ilk defa böyle şey oluyor. Böyle olduğu için bir aile büyüklerimizden babama hata yaptığını söyleyenler oldu. Babam da ölmeden önce çocuklarının hakkını vereyim ki, birbirleriyle mal mülk için tartışmasınlar, birlerine tutunsunlar istiyordu. Aralarının mal mülkten dolayı açılmasını istemiyordu.

Çünkü geçmişte kardeşleri ile bu duruma karşı karşıya gelmişti ve araları açılmıştı.

Bilirsiniz belki; insan alışkanlıklarını kolay kolay değiştiremez, yeniliklere hemen alışamaz. Denenmiş şeyleri güvenli kabul eder, yenilikleri tehlike kabul edebilir. Eski alışkanlıklarına devam etmeye daha meyillidir.

İşte eş dost da böylece bizi eleştirdi, tabii işin çıkar boyutu da vardı. Çünkü onların da kızları babalarından isteyecekti, benim öykümü belki örnek vereceklerdi…

Bunlarla mücadelem olurken, hiç düşünmediğim başka bir problemle daha karşı karşıya kaldım.

Güzel annecim sayesinde evimin tapusunu aldım. Kurtulduğumu sandığım problem, evimi satıp, üzerine para koyarak yeni bir ev almamız için babamın izni vardı. "Tek şartım, tapu senin üzerine olacak." demişti. Bir yıl dolmadan evime alıcı çıktı. Daha satılmadan prensimle tapu arasında sıkıştım kaldım.  Prensimle yıllardır, hayal ettiğimiz   yeni evimize kavuşmamıza az kalmıştı. 

Tapuyu eşimin üzerinde olduğunu  babam  duyduğunda yine biricik 'saf kızının' kandırıldığını, sömürüldüğünü düşünecekti. Elalem haklı mıymış? Hata mı ettim ben?” diyecekti…

Prensim "Tapuyu benim üzerime yaparız, sen git gel uğraşmazsın, kolaylık olur.” dedi. Ne yapacağımı bilemedim. Hayalimde yemyeşil çimlerin üzerinde çay partisi yaptığım, çini desenli porselen tabaklarda portakallı havuçlu kek ikram ettiğim adam; gerçekte evimin salonunda "Bunu babam kabul etmez.” dedim diye bana yüklenen bir hurma kütüğüne dönmüştü.

O kadar baskın argümanları vardı ki insanı suçlu çıkartan:" Bana güvenmiyor musun? Benden boşanmayı mı düşünüyorsun ki tapunun üzerime olmasından rahatsızsın?” Gerisini dinleyemedim bile…

Üzüntümü ve şaşkınlığımı hayal edebiliyor musunuz sevgili dostlar? Elalemin kurbağası öpünce prense dönüşür, benimki evlenince keresteye dönüşmüştü, şans işte…

Neyse, sonra konuşuruz…” dedim.

Eşimle aramın bozulmasını istemiyorum, babamı karşıma almak istemiyorum. Prensimle kralımın arasında sıkıştım kaldım…

Sonra düşündüm,  geçmişte  kimin başına böyle bir şey gelmiştir?

Tarihte bunu yaşayan biri var mıdır? Diye araştırmaya koyuldum…

Sonra Ümmü Habibe geldi aklıma…

Peygamberin yanyana gelmeden, gıyaben nikahladığı o kadın! Buna nasıl layık olmuştu?

Belki çoğu insan bilmez… Biz Hz. Haticeyi çok duyduk, Hz. Aişeyi çok duyduk.  Halbuki Ümmü Habibenin de çok enteresan bir öyküsü var. Ebu Süfyan’ın kızı…

Daha İslamiyetin gelmediği senelerde; Ebu Süfyan putperest iken, Ümmü Habibe evleniyor ve kocasının etkisinde kalarak hanif bir Hristiyan oluyor. İslamiyet geldiğinde de kocasıyla beraber ilk Müslümanlardan oluyorlar. Ebu Süfyan ve diğer putperestler öyle zulmediyorlar ki ilk müslümanlara, kocasıyla beraber Habeşistan'a göç etme kararı alıyor.  Ve bu sırada hamile. Karnında bebeği ile upuzun bir yolculuğa cesaret etmiş.

Ve sonrasında çok daha üzücü bir şey oluyor. Kocası, İslamiyeti bırakıp Hristiyanlığa geri dönme kararı alıyor.

Yol arkadaşı, eşi; ondan başka kimsesi yok! Bir kızları olmuş. Prensi yarı yolda kararından dönüp, Hristiyan olma kararı alıyor. O da kralından sonra prensinden de yüz çevirmekle sınanıyor. Kızıyla yalnız kaldığını öğrenen Peygamberimiz de onu yıllardır görmemesine rağmen, Habeşistan kralına haber göndererek, eğer Ümmü Habibe de kabul ederse, onunla evlenmek istediğini ve gıyaben nikahlarının kıyılabileceğini söylüyor. Ümmü Habibe de buna çok seviniyor, kabul ediyor ve nikah yapılıyor…

Sonra hatırladım, insan neden sıkışıp kalır?

Çünkü “O ne dedi? Bu ne dedi?” diye bakarken, asıl“ O” ne dedi?” diye bakmayı unutur.

Halbuki O” bir söz söylediyse, kimse bunun üzerine söz söyleme hakkına sahip değildir.

Biz sıkışırız, sıkışıp kalacağımız çok anlar ve olaylar olur.  Çünkü  doğru olanın ne olduğunu bilmeyiz. Hangisi doğru ararken sıkışırız….

&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla çocuğuyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabilir, eşiyle nasıl mutlu olabilir, patronuyla iş arkadaşıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabiliri öğrenir.

Bu yazıyı beğendiyseniz benzer yazılarımızı  buradan okuyabilirsiniz.

Yorumlar

  1. Çok önemli bir konuya değinilmiş miras gerçekten dikkat edilmesi gereken bir sürü problemlere sebep olan bir konu. Güzel bir yazı olmuş

    YanıtlaSil
  2. Mal mülk hırsından vazgeçip mutlu bir hayat yaşayabilmek ümidi ile.. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder