HAYIRSIZ ANNE
“Anne
lütfen ne olursun biraz daha uzatalım doğum günümü… Zaten sadece bir pasta var!”
“Hayır!”
dedi Zeynep, gülümseyerek küçük kızı Elif’e.
Çok
rahat söyleyebiliyordu artık ‘’Hayır’’ kelimesini. Elinde tuttuğu on rakamı
olan muma bakarken hala gülümserken, düşünceleri on sene önceki hayatına gitti. Duyguları yüzüne yansımıştı. İnsanın
düşünceleri ister geçmişe ister geleceğe gitsin duyguları hep o anda
yaşanıyordu. Kaşları çatıldı.
On yıl
dokuz ay önce hamile olduğunu öğrendiğinde dünyası başına yıkılmıştı. Doktor ikinci
çocuğuna hamile olduğunu söylerken aynı anda bebeğin kalp atışlarını son sesine
kadar açmıştı. Ne doktorun söylediğinden ne de duyduğu kalp sesinden dolayı
kulaklarına inanamadı ellerini yüzüne kapadı:
“Nasıl
yani? Ben bu yaşta nasıl doğum yapabilirim ki?”
Ne
olacaktı şimdi? On altı yaşına girmekte olan bir kızı vardı. Ununu elemiş
eleğini çoktan asmıştı. Gerçi gençlik hayallerinde hep üç çocuk annesi olmak
vardı. İlk kızı Ece dünyaya geldikten sonra bu fikri tamamen yok olmuştu. Çünkü
öyle sıradan bir anne olamazdı. Kendi annesi gibi vurdum duymaz, gamsız bir
anne olmayacağına dair kendine söz vermişti yıllarca. Dört kardeşin üçüncüsüydü
ve kendini hep lüzumsuz hissederdi. Ablası ilk çocuk olmanın, abisi ilk erkek
çocuk olmanın, kardeşi küçük çocuk olmanın şımarıklıklarını doya doya
yaşamışlardı. Zeynep ise kendini hep fazlalık hissederdi. Hiçbir isteğine
kolayca ulaşamaz, ulaştıkları için ise çok fazla mücadele etmesi gerekirdi.
Zeynep
artık bu döngüyü kıracak kendi yavrusunun böyle duygularla büyümesine zemin
hazırlamayacaktı. En başta çocuğunun arkadaşı olacaktı. O dönemlerde moda olan
okuduğu kitaplarda da aynı öneriler vardı: “Çocuklarınızla arkadaş olun.” Mesela
anne babasına hiçbir zaman sarılamadığını düşünüp hayatındaki tüm sarılmaları
çocuğuna aktaracaktı Zeynep. Zaten arkadaş olacağı için her şeyini paylaşacak “ideal”
bir çocuk yetiştirecekti.
Öyle de yaptı, kendini çocuğuna adadı. İlk yapacağı şey annesinin ona yaşatmadığı çocukluğunu o kızına yaşatacaktı. Çocuğum olursa kesinlikle ona sorumluluklar yüklemem derdi. Çocukluğunu yaşasın, okuldan başka bir şey düşünmesin isterdi. Çünkü kendisi de okulda başarılı olmasına rağmen annesi ona ders çalışabilmesi için ne zaman, ne de yer olarak bir türlü uygun zemin hazırlamaz, evin işlerini bitirmez ise ders çalışmasına izin vermezdi. Hep iki arada bir derede yapmak istediği şeyleri yapmak zorunda kalırdı. Kardeşleri ile okuldan geldiğinde yemeği hiçbir zaman hazır bulmazlardı. Kendi başlarına bir şeyler hazırlar yerler, kaldırırlar, temizlerlerdi.
Geçmişinde olumsuz gördüğü tüm
bu şeyleri tersine çevirme fırsatı ellerindeydi artık. Kızının iyi bir okulda
okuması için her türlü imkanı sunacak şartları hazırlayabilirdi. Öyle de yaptı,
çocuğu iyi bir semt okulunda okusun diye yaşadığı, bütçesine uygun semti
bırakıp standardının üzerinde bir semte taşındı. İşine yakın bir okul buldu ki
her an çocuğu gözünün önünde olsun. Kolayca yanına ulaşabileceği bir mesafede
olsun istiyordu. Böylece Ece’nin evde unuttuğu defterini kitabını okula
götürebiliyordu. Okula kendi bırakıyor, kendi alabiliyor, her türlü problemi
çözmede ne kızına ne de eşine sorumluluk yüklememiş oluyordu.
Kendisi için de; “Annem, babam da bana birazcık destek olsalar ne iyi okullara gidecektim kim bilir ben de.” diye üzülür dururdu. Zaten o açığı kapatmak için içindeki öğrenme açlığı hiç bitmiyordu. Kendini geliştirecek ne varsa kendini o kursta buluyor veya o kitaplarla haşır neşir oluyordu. Biliyordu ki, insan merak ettikçe öğrenir.
İdeal bir anneydi artık, kimse
kusur bulamazdı. Niye bulsunlar ki, kızının beslenme çantasına her gün tertemiz
beyaz peçete koyar, her gün temiz temiz giyebileceği beyaz gömlekleri ve beyaz
çoraplarını giydirirdi. Sıkıntı yaşamamak için her birinden beşer adet almıştı.
Çocuğu okula kirli geliyor veya annesi ilgilenmiyor denilecek her türlü
olasılığı yok etmişti. Yıllar sonra anlayacaktı ki bu ‘mükemmel anne’, çocuğuna
eşyalarını temiz tutmasını öğretmekten aciz bir anne idi. Yapması gerekenin
temiz bir çocuk büyütmek değil, temiz kalanlardan olabilen bir çocuk
yetiştirmek olması gerektiğini çok geç anlayacaktı.
Ece’nin her doğum gününde
değişik figürlü pastalar alırdı. Başkalarından farklı olabilmek çabası ile sunulan
farklı farklı ikramlar yapardı.
Çocuğunun istediği her şeye “Evet”
diyen, “Hayır” demeyi beceremeyen, ‘hayır’sız bir anne olduğunu, kendi elleri
ile ‘hayır’sız bir evlat yetiştirdiğini fark edemiyordu.
Elbette bunları iyi niyetli
olduğu için yaptığını söylüyordu. Ya da kendinin dahi fark edemediği “Beni en iyi
anne olarak bilsinler.” düşüncesi ile hareket ediyordu.
Bazı insanların her yerde en
iyi olayım derdi vardır. Neden en iyi olmak ister, iyilerden olmak varken?
Neden kendisini ayrıştırmak ister, ben farklıyım diye düşünür zihninde?
Zeynep de ilk çocuğunu bu
mantıkla yetiştirirken bir anda tüm dengeleri alt üst edecek olan ikinci çocuğu
olacağını öğrenmiş ve işte üzerinden de on yıl geçmişti bile. Ve hayat ona bu
ikinci çocuğu ile “Hayır” demesini öğretmek için bu fırsatı önüne koymuştu
belli ki. O da bunu değerlendirerek hayırlarla dolu bir yolda ilerlemeyi
seçmişti.
Çocuğun mahallede var 20 tane arkadaşı okulda var 20 tane arkadaşı. Annesi de arkadaşı olacak 41 arkadaşı var ama bir tane annesi yok. Dolayısıyla bu çocuk yaşarken öksüz kalır. Kim yanlışını söyleyecek kim otorite olacak... "hayır" ların çok olması bu çocuğun yetişmesi için önemli . Düşündürücü bir yazı olmuş teşekkürler.
YanıtlaSilElinize sağlık 🍀
YanıtlaSilÇok ihtiyaç olan bir yazı çok teşekkürler
YanıtlaSilHayırlı anne hayırlı anne😊
YanıtlaSilİyilik yapıyorum derken kötülük yapan annelere dönüşüyoruz maalesef. Güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
YanıtlaSilTEŞEKKÜRLER:)
YanıtlaSil