HER ÇIKIŞIN BİR İNİŞİ VARDIR
"Ben artık
çıkayım ancak yetişirim otobüse, dışarıda yağmur var, trafik kötü." dedi
babasına.
"Evet." dedi
babası "Haberlerde sağanak uyarısı verdiler, oysaki sabah günlük güneşlikti
her yer."
Faruk: "Hava bir açıyor, bir kapatıyor. Gerçi otogar tarafında sağanak başlamış
bile olabilir, burası kış kıyametken on dakikalık mesafede güneş açmış oluyor
İstanbul’da. Bakalım memlekette nasıl olacak?"
Babasının elini öpüp, evdekilerle vedalaştı, çantasını alıp çıktı Faruk. Biraz ileride taksi durağı vardı, fazla ıslanmamak için durağa doğru hızlıca yürüdü. Durakta taksi yoktu, "Biraz bekleyin, gelir şimdi.’’ dediler. Kısa süre sonra geldi taksi; "Otogara.’’ dedi Faruk. Taksiden dışarıyı seyrederken kafasında plan yapmaya başladı. Sabah gider girmez merkezdeki işlerimi hallederim, saat ikideki köy dolmuşuna yetişir, köye geçerim. Sonraki gün tekrar iner merkeze kalan işlerimi hallederim diye düşündü. O sırada dışarıda yağan yağmur doluya çevirmişti, büyük dolu taneleri taksi camına vuruyordu. Gittikleri şeritte yavaşlamıştı araçlar, taksinin silecekleri son ayarında çalışıyordu. Karşı şeride baktı orası da aktif akıyordu, "Ne tuhaf," diye geçirdi içinden, sürekli bir hareket var, biz giderken birileri sürekli geliyor.
Yirmi yıla
yakındır İstanbul’da yaşıyordu Faruk. Evin en küçüğü ve tek erkek çocuğuydu. Üç
ablası vardı. Ablalarını, babası liseye kadar okutmuş, sonrasında köyden birileri
ile evlenmişlerdi. Hepsi yurt dışına gitmişti çalışmaya. Çok uzun zamandır
görmüyordu ablalarını. En son ablası da evlenip yurt dışına gittiğinde
lisedeydi Faruk, o da gitmek istiyordu yurt dışına. Ama babası "Kal,’’ demişti,
"Annenle bize kim bakacak, sen bari kal." demişti. Faruk hiç istemese de
liseyi bitirince köyde kalmıştı ama iki-üç yıl sonra amcasının oğlunun
çalıştığı fabrikada işe başlamak için İstanbul’a gelmişti. O zamandan beri aynı
fabrikada çalışıyordu, şimdilerde ustabaşı idi. Herkes sevip sayardı Faruk'u
fabrikada. Aynı fabrikada çalışan hem de köylüsü olan Aynur’la evlenmişlerdi,
iki çocukları olmuştu, geçinip gidiyorlardı. Aynur çocuklar olunca bırakmıştı
işi, her yaz köylerinde geçirirlerdi tatillerini. Aynur'un anne ve babası bir
trafik kazasında ölmüştü. Faruk'un annesi ise beş yıl önce ölünce babası kaldı
köyde tek başına. İlk yıllarda çok ısrar etseler de gelmedi yanlarına ama artık
bu kış başında almışlardı yanlarına. Altı-yedi aydır birlikte yaşıyorlardı
İstanbul’da. Şimdi ise memleketteki işleri halletmek için Faruk üç gün izin
almıştı, halledip dönmeyi planlıyordu. Babası da gelmeyi çok istemişti ancak
kaldıramam yolculuğu diyerek vazgeçmişti.
Taksi; "İçeri
girecek miyiz?" diye sordu. Faruk; "Yok burada ineyim, yürürüm." dedi. Otobüs
saatine vardı henüz, bir çay söyledi ve beklemeye başladı. Tekli koltuklardan
almıştı biletini Faruk, hemen yerleşti koltuğuna ve uyumaya başladı, "Uyumalıyım
sabah çok işim var." diye geçirdi içinden. Sabah altı buçuk gibi indiler otobüsten,
mesai başlamasına iki saat vardı. Şöyle hükümet konağına doğru yürüyeyim açık bir
yer bulursam kahvaltı ederim diye düşündü. Mesai başlayana kadar hükümet
konağının karşısındaki çaycıda oturdu. Otururken insanları izliyordu camdan.
Bir yerlere koşturup duruyorlardı, durakta kalabalık bir grup karşıya geçmeye
çalışırken diğer bir grup bu tarafa geçmek için bekliyordu. Mesainin
başlamasıyla beraber Faruk’un da koşuşturması başladı. Yukarı çık, fotoğraf
ver, damga pulu al, vezneye para yatır. Hepsi de birbirinden farklı katlarda
veya uzak yerlerdeydi. Kan ter içinde kalmıştı Faruk, son işlemi de yaptırınca
çok şükür bugünlük bitti galiba, sonrasında istedikleri evrakları toparlayıp
teslim etmek kaldı diye düşündü. Saatine baktı on ikiye geliyordu, "E, zaten dolmuş
saati yaklaşmış, yavaş yavaş durağa doğru gideyim." dedi kendi kendine.
Dolmuş durağına
geldi, dolmuşun kalkmasına vardı daha, biletini alıp, şöyle biraz oturayım diye
düşündü. Tam banklara doğru yönelecekken "Faruk!" diye bir ses duydu arkadan,
dönüp baktı, Asım amcaydı seslenen. "Asım amca." dedi Faruk, elini öpüp kocaman
sarıldı. Babasıyla yaşıt olan Asım amca Farukların komşusuydu. Kamyonculuk yapardı eskiden. Faruk, Enes’le birlikte Asım amca evde olduğu günler kamyonunda oynamayı çok
severdi. Çok havalı gelirdi onlara o zamanlarda kamyon. Faruk kamyonunu sordu hemen, seneler
önce emekli olunca satmıştı kamyonunu Asım amca. O sırada dolmuşun hareket saati
gelmişti, dolmuşta yan yana oturup sohbetlerine devam ettiler.
Enes'i sordu Faruk; "Haberin var mı
nerelerde, kayıp olduğunu duydum."
Asım amca "Ahh
ahh, kayıp ya biz de bilemiyoruz. Ailesinden kimseden haber alamadık." dedi.
Enes Faruk’un çocukken en yakın arkadaşıydı, birlikte ilkokul ve ortaokula gitmişler, sonrasında Faruk liseye başlamış Enes'i ise babası çırak olarak bir sanayide bir ustanın yanında işe başlatmıştı. Faruk köye geldiğinde mutlaka görüşürlerdi. Faruk’un annesinin öldüğü yıl büyük ikramiyeyi kazandığı haberi geldi Enes'in. İkramiyenin çıktığını öğrenir öğrenmez eşini ve çocuklarını alıp kayıplara karışmıştı Enes. Kimse ulaşamıyordu. İlerleyen zamanlarda İzmir’de olduğunu duymuşlardı. Yeni bir sosyal medya hesabı açmış paylaştığı fotoğraflarda farklı arabalarla, farklı mekânlarda çekilmiş fotoğrafını paylaştıklarını görmüşlerdi. İki-üç yıl önce de eşinin çocuklarıyla birlikte annesinin evine döndüğünü öğrendiler, boşanmışlardı.
Asım amca "Beş-altı ay kadar önce köye takım elbiseli birileri geldi. Bankadan geliyorlarmış.
Enes'in piyango çıkmadan önceki evini satılığa çıkartacaklarmış ihaleden. Bir
evi vardı zaten öncesinde bir de arabası, arabasıyla kaçıp gitmişlerdi zaten,
satmıştır belki. Çok borcu varmış bankaya onlardan öğrenmiştik. Zaten üç kuruşa
da yabancı biri almış, kim bilmiyoruz alanı, hala aynı duruyor ev. Ama Enes’ten
bir haber yok, kimisi sokaklarda yaşıyor diyor, kimisi öldü diyor bilen yok. Zaten olacağı buydu oğlum, her çıkışın bir
inişi vardır."
"Evet." dedi Faruk, "Her çıkışın bir inişi vardır."
Köye geldiler
Faruk yorulmuştu, doğruca babasının köy evine yöneldi. Sabah erkenden tekrar
gidecek eksik evrakları tamamlamaya çalışacaktı, tamamlayabilirse yarın teslim
edecekti.
Sabah saat on biri gösterdiğinde istenilen evrakları toparlayabilmişti Faruk. Şimdi teslim etmesi kalmıştı, "Bir şansımı deneyeyim, belki yetişirim." diyerek gelmişti. Girişte dünden kat be kat kalabalık olduğunu gördü, dokuzuncu kata teslim etmesi gerekiyordu evrakları. Asansörü beklemeye başladı ama asansör her geldiğinde dolu geliyordu, aşağı inerken de "Aşağı.’’ diyorlardı içindekiler. Saat ilerliyordu artık binecekti aşağıya da iniyor olsa asansör. Durduğunda bindi asansöre eksi üçe kadar üç kat indiler ama bir iki kişi dışında inen olmadı, tekrar çıkmaya başladılar. Neredeyse her katta durdu ama inen olmadı yine, kapı açıldığında binmeye çalışan kalabalıkla karşılaşıyorlardı. Üçüncü kata geldiklerinde iki-üç kişi indi, dışarıda bekleyen biri; "Aşağı mı?’’ dedi, içeridekiler "Yukarı!" diye bağırdı. Soran kişi "Bu ne biçim iş ya, ne zaman gelse yukarı diyorlar, hiç aşağı inmez mi bu asansör?’’ dedi, gülüşmeler oldu içeriden. Biri bağırdı içeriden; "Elbet her çıkışın bir inişi olur beyefendi."
Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla çocuğuyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabilir, eşiyle nasıl mutlu olabilir, patronuyla iş arkadaşıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabiliri öğrenir.
İnsanoğlu çıkarken ineceğini hiç düşünmeyen bir canlıdır, oysa insanı guclendiren şey tam da buydu...
YanıtlaSilÇıkışların da imtihan olduğunu unutuyor insan. Ve evet her çıkışın bir inişi var. Elinize sağlık çok güzel olmuş..
YanıtlaSilçok güzel bir konuya değinilmiş. akıcı bir yazı olmuş elinize sağlık
YanıtlaSil