HEDEFİNE NEDEN VARAMAZ İNSAN?
Ahmet bilgisayar başında yapacağı işleri listelerken bir
yandan da çayından bir yudum aldı. Çayını yudumlarken gözü bilgisayarın
arkasındaki fotoğrafa takıldı. Fotoğraf bundan beş yıl önce çekilmişti. Fotoğrafta
beş kişi vardı, yemyeşil arka fonuyla tam bir kartpostal gibi duruyordu. Arkadaşlarıyla
günübirlik gittiği bir kamp sırasında çekilmişlerdi o fotoğrafı. O zamanlarda
yaşadıklarını düşürdü aklına o kare. Yaşadığı sevinçleri, kalbini sıkıştıran
olayları hatırladı. Ne garip diye geçirdi içinden. İnsan en çok canı yandığı
olayları hatırlıyor, o sıkışıklıkları hatırlıyor. Mutlu anlar ise çoğunlukla
daha arka planda kalıyordu.
Ahmet de o vakitler yaşadığı o sıkışık hallerini, o bunalmış
ruh halini hatırladı. Çok keskin bir his olmasa da arka planda hep açık kalan
bir şarkı gibiydi hissettiği aslında. Varlığını sürdüren ama kendini çok
göstermeyen bir his. Bu hissin tanımını şimdi yapabiliyordu çünkü şu an o his
hakimiyetini kaybetmişti. O zamandan bu
zamana ne değişti diye sordu kendi kendine. Detaylıca düşünmeye koyuldu.
Üniversiteden mezun olduktan sonra iş arayışına başlamıştı.
Bir süre iş ile ilgili süreci ilerlemeyince en azından boş kalmayayım diyerek
yüksek lisansa başvurdu. Başvurularından çok ümitli değildi, deneyim kazanmaktı
önceliği. Mülakatlar nasıl oluyor, öğreneyim sonrakilere de hazırlıklı girerim
diyordu. Ama ilk başvurusu, mülakatı olumlu geçti ve yüksek lisansa başladı.
Çok hızlı olmuştu her şey. Onun öncelikli planında yüksek lisansa başlamak
yoktu ama bir anda kendini yine okul sürecinde bulmuştu.
Ahmet’in hala bir işi yoktu. Ama en azından bir meşguliyeti
vardı. Belki yüksek lisansı bitirir, doktoraya devam eder, okulda kalır,
öğretim görevlisi olurdu. Bu da iş için bir seçenekti onun için. Ahmet önünde
bir sürü seçenek olduğunu düşünüyordu o zamanlar. O olmazsa bu, bu olmazsa şu,
şu olmazsa onu yaparım ya diyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı.
Hayat seçimlerimizden ibaret.
Bir seçeneği seçtiğimizde diğerinden vazgeçmek zorundayız.
Her seçim bir vazgeçiştir.
Ahmet ne serden, ne yardan geçmek istiyordu. Tüm seçenekleri
önünde dursun istiyordu. Her an her istediğine ulaşmak istiyordu. Ama bu da
olmuyordu. O kendine en uygun seçeneği seçip, risk alıp birini kendine hedef
olarak seçmedikten sonra hayatında hiçbir ilerleme olmuyordu. Hep durgun bir su
gibi kalıyordu. Arada yağan yağmurlar hareketlendiriyordu onu. Ama kendi akışı
yoktu hayatta. Kendi akışını sağlayamamış bir insan hayatı dışarıdan da
müdahaleye çok müsaitti. Etrafından “Bence sen öğretim görevlisi ol, sana çok
yakışır.”, “Bak bunca yıl okudun, boş yere mi dirsek çürüttün onca sene
okullarda, artık mesleğini eline alma vakti. Bak amcanın oğlu ne güzel polis
oldu. Örnek al biraz.” gibi cümleleri çok sık duymaya başlamıştı. O kendine bir
yol çizmedikçe, etrafındakiler onun yolunu çizmeye çok meyilli oluyorlardı.
Ahmet masasının sağında kalan pencereden gelen korna sesleriyle düşüncelerinden uzaklaştı. Çayından bir yudum daha aldı. Yaptığı listesine tekrar odaklandı. İşini tamamlamak için içinde daha büyük bir heves geldi. “Bu benim hayatım.” dedi içinden, “Hayatımın sorumluluğu, gittiğim yön, hedeflediğim yol da benim.” Daha önce de pek çok kere kendine hedef belirlemişti ama hedefi yolundaki sürece değil de hedefin sonucuna o kadar takılmıştı ki bir adım ilerleme kaydedemiyordu. Sonuca odaklanmak onu daha da geri düşürüyordu. Şimdi ise onda farklı olan şey, ulaşmak istediği sonuca takılmadan, o sonuca yaklaşabilmek için elinden ne gelirse yapmaya çalışıyordu. Sürecin keyfini yaşamaya çalışıyordu.
Sonuçlar bizim elimizde değil çünkü biz sadece sebebi oluşturmaktan sorumluyuz bu hayatta.
Ahmet bu cümleleri tekrarladı içinden. Vereceği kararların
sorumluluğu, neyi neden seçtiği kendisine aitti. Bu düşünceler onu rahatlamaya
başladı. Aslında ne de çok kasılmıştı, her şeyi yapmaya çalışırken. Ne kadar
çok sonuçları kontrol etmeye çalışmıştı. Halbuki sadece sebepleri oluşturacak
adımları atacaktı, hedefine uygun şekilde.
Bu farkındalıklar Ahmet’e iyi gelmişti. Çünkü artık hedefine
yaklaşabilmek için daha çok motivasyona sahipti. Sanki ortalıkta debeleniyordu
da, şimdi bir yol, bir yön bulmuştu.
Artık neyi neden istediğini düşünerek, hedefine uygun
adımlar atacaktı. Hedefine ulaşmak için elinden geleni yapacak ama sonucuyla da
o kadar da ilgilenmeyecekti. Çünkü o hedefe yaklaşmanın vermiş olduğu hazzı da
deneyimleyecekti.
Ve önünde onu bekleyen upuzun yolun, ilk adımını atıyordu…
Gözünüzü hedeften ayırırsanız engelleri görmeye başlarsınız. Ağacın tepesine çıkmak istiyorsanız yıldızları hedeflemelisiniz. Çok duyduğum bu sözlerden farklı olarak yeni bir bakış açısı getiriyor bu yazı.: sonuca değil sürece odaklanmak. Sürece odaklanmak, istediğin sonuç için sebep oluşturmak... Varmak değil varmaya çalışmak , yaklaşmak. Böylece mutluluğu da elde edebiliyor insan.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık ne güzel bir yazı geçmişi hatırlatıp acaba ben nelerden vazgecememistim demekten kendimi alamadim🌺
YanıtlaSilEllerinize sağlık. Seçimlerimiz çok kıymetli bir kez daha anımsadık.
YanıtlaSil"Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz" demiş atalarımız. İyi niyetten bile olsa... Hayata her şey ve herkes olamayız, her yerde olamayız... İnsanin kendinden ne de çok beklentisi olabiliyor, ne de çok kendine zulmediyor böylece...
YanıtlaSilİnsanın kendine net sınırlar koyması ve o çizdiği yolda güle oynaya koşması onun bu hayattaki yükünü hafifletecek bir gerçekmiş meğer... Hikmet "Hep" olmakta değilmiş; Hikmet "YOLDA OLMAK" mış 😊🙏
YanıtlaSilİnsanın hayatında bir hedefinin olmasının önemi çok güzel anlatılmış elinize emeğinize sağlık
YanıtlaSilEllerinize sağlık.
YanıtlaSilHefefi olan insana dönüşmek ve hedefe giden yollarda kalmak negüzel insanoglu için. Hangimiz güzel işler yapacak diye sınanmak için yaratılmışız zira.. Yazı çok güzel yüregine sagllık..
YanıtlaSilHayat seçimlerimizden ibaret.
YanıtlaSilBir seçeneği seçtiğimizde diğerinden vazgeçmek zorundayız.
Her seçim bir vazgeçiştir.