FARKLILIKLARI YÖNETEBİLEN GÜÇLÜDÜR
“Boş yapmak ne ya? Yeğenim Melisa
bana da bulaştırmış. Bu gençleri anlamıyorum, kendilerine yeni bir dil icat
etmişler. Bizim nesil şimdiki kuşak gibi miydi? Kesinlikle hayır. Biz
kelimelerimizi seçerdik, saygı vardı, büyükle küçükle nasıl konuşacağımızı
bilirdik. Neyse ki şimdiki kuşakla mecburi bir iletişim ortamım yok, Melisa’ya
bile tahammül edemiyorum bazen. Ama bu gençlere gerçeği nasıl anlatacağız,
onları nasıl değiştireceğiz? Melisa’yı arada yakalayınca akıl vereyim diyorum,
kafa sallıyor ama sonra bakıyorum hiç duymamış gibi. Peki nasıl anlayacaklar
dinlemezlerse? Ben de ona okuduğum kişisel gelişim kitaplarından verdim okuması
için. Abuk sabuk şeyleri takip edeceğine biraz da bunları okusun. Dudağını
büktü ama sonra tamam dedi. Anlaştık, sonra kontrol edeceğim onu. Onun iyiliği
için…”
Nazlı bunları düşünüp dururken
evini toparlıyordu. Kitaplığı dağılmıştı. Bir sürü okuyacağı şey birikmişti.
Sonra sahile temiz havada koşu yapmaya indi. Bugün biraz geç kalmıştı. Sahil
kalabalıktı. Koşamayacağını anlayınca tempolu yürüyüş yapmaya karar verdi. Ama
baktı o da zor. “Neden yürüyüş yolunu işgal ederler ki. Az yanında genişçe serbest alan var zaten” diye
içinden şikayet ediyordu. “Siz kendinize iyi bakmıyorsunuz anladık ama
insanlara saygı duyun biraz. Uyarı işaretlerini görmüyor musunuz?” 2-3 kişiyi
kendince nazik şekilde uyardı Nazlı. İnsanlar ona tuhaf tuhaf bakıp kafalarını
çevirdiler. "Dalgınlık olmuş. " deyin, "Pardon." deyin en azından. Bu ne böyle?
Pazar pazar iyice gerilmişti
Nazlı. Rahatlamak için gittiği yerden daha da gergin bir halde eve döndü. Bir
daha geç kalmamalıydı, erkenden kimse yokken gitmeliydi her zamanki gibi. Neyse
ki Mırnav var. Şimdi o onu sakinleştirir. Kapıda onu bekliyordu. Asansörün
sesini duyar duymaz kapıya gelir onu karşılar Mırnav. “Çok akıllı bu çok.
İnsanlardan daha iyi geliyor bana. Annesini hiç üzmüyor.”
O hafta Nazlı rutin kontrole
gitmişti hastaneye. Tiroid bezinde kitle olduğu ve hemen biyopsi yapılması
gerektiği söylendi. Şok olmuştu, beklemiyordu. Düzenli check-up yaptırırdı. 1
yılda nasıl oldu, beklemiyordu doğrusu. Sağlığına çok dikkat ederdi.
Kabullenemedi Nazlı. Ablasına haber verdi. Yanında olmasını istedi. İş için
şehir dışına çıkmış. Başka çağırabileceği kimse yoktu. “Herkesin işi gücü var,
benle mi uğraşsınlar.” Ama işlem onu kaygılandırıyordu ama dayanmalıydı. O hep
dimdik yaşadı.
Ne demek istemişti acaba?
Bir yanı da “Yanımda kimse
olmayacak mı?” diyordu.
Hazırlanırken Melisa girdi içeri. Hiç beklemiyordu onu. Elinden tuttu genç kız.
“Teyzecim ben yanındayım.” Artık
yalnız değildi Nazlı ama ağlıyordu. İçine bir pişmanlık duygusu çöktü. Kafasını
Melisa’dan çevirdi. Hep güçlüydü o. Ama şu anda tutamadığı gözyaşları ılık ılık
akıyordu yanaklarından aşağı. İşleme başlandı. Hala elini tutuyordu Melisa. Ne
yapacağını bilemeyerek çekmek istedi ama bırakmadı Melisa.
“Burada da tek olmaya çalışma
teyze!” dercesine. O ise güçlü Nazlı
olmaya çalışıyordu. Aciz Nazlı nasıl olur bilemiyordu. Yardım istemezdi kimseden.
Mecbur kalırsa kötü hissederdi.
Ağlarken iğnenin boynuna
girdiğini hissetmedi bile. Doktor gördü mü acaba ağladığımı? Kendimi neden bu
kadar aciz, güçsüz hissediyorum. Alt tarafı basit bir işlemdi, anestezi de
yaptılar.
Peki bu yaşlar neden?
İçinden kendine ait olmayan bir
ses konuşmaya başladı.
“Bırak Nazlı, bırak, sal kendini
de etrafındakileri de. İçinden ağlamak gelmiş, kontrol etme işte, ağla salya
sümük. Görsün kim görecekse. Sen insansın, duyguların var. Etrafındakiler de
insan. Hatırla bu gerçeği artık. Yetmedi mi kendine de, çevrendekilere de
ettiğin zulüm. Biliyorum niyetin zulmetmek değildi. Güçlü olmak istedin.
Doğruların vardı. Onları yaşaman ve insanların da yaşaması için bir duruşun
olmalıydı. Ama bak olmadı. Yalnızsın.
Kendinle de mutlu değilsin. Zannettin ama sonuç ortada. Artık soru sorma zamanı
gelmedi mi? “
Güçlü olmak aslında ne demek?
İnsan, kendi gibi bakmayan ve
yaşamayanlardan uzaklaşarak kendini korur mu yoksa bu onun gücünden mi götürür?
Peki ya zaten güçlü değilse?
Bazı insanlar doğrularıyla
beraber kendini lavanta kokan bir sandığa gizlediğinin farkına varmaz.
Hayatında çok hareket olduğunu sanır ama sandıkta öylece durur farkına varmaz.
Konfor alanını bozmak istemez. Yeniliklere açık olmak deyimi vardır ya, onun gibi,
farklılıklara açık değildir.
Arada bir sandığın kapağını
kaldırıp dışarıya göz atacak olsa hemen içeri kaçar. Canı sıkılır, yenilik arar
ama yanına birilerini çekmeye, kendine benzetmeye çalışarak.
Onları değiştirmeye çalışır. “Siz
de buraya gelin. Burası çok konforlu, ses yok, gürültü yok, garip cümle
kalıpları yok, çok konuşan da yok, kurallara uymayan yok, trafikte makas atan
yok. Su yok, sabun yok, çünkü gerek yok. Çünkü kir yok. Şöyle yaparız, böyle
yaparız“ der.
Ne kadar hareketsiz kaldığını bir
bilse… Yerinde durmuyordur ama hep bildiği yerde bildiklerini yapıyor oysa.
Duran su kirlenir. İnsan da aynı şeyleri yaparak, sandıkta güvelenir,
hastalanır. İstediğin kadar lavanta koy… Yaşamın gerçeğine uyumsuz olduğunda
beden de hata verir.
Nazlı ağlamayı çoktan bırakmıştı
o sesi dinlerken. Sorular artarda geliyordu.
Ya sandığın dışı daha
konforluysa?
Ya insanın kendisinin
değişmesi gerekiyorsa?
Ya değiştirmeye
çalıştıkça güçsüzleşiyorsa?
Değiştirmeye çalışmak
kişiyi yalnızlaştırıyorsa?
İnsanların farklı
olmasını, hata yapmasını kabul etmek kişiden güç kaybettirmiyorsa; bilakis onu ilişkilerinde güçlü yapıyorsa, onlara yön verme hakkı kazandırıyorsa?
Yeni doğan bir bebeğe ekmek
vermek neyse, karşısındakini anlamadan ve kabul etmeden onun kendisi gibi
düşünmesini ve yaşamasını beklemek aynı şey… Beklediğine ulaşamamak insanı
mutsuz eder.
İnsanlar farklıdır. Farklılıkları
yöneten insan güçlüdür.
Çünkü o zoru seçer. Konforunu
bozar. Gerçekten karşısındaki için rahatını bozar. İstemediği şeylere sabreder,
onu anlamaya çalışır ve onu kabul eder.
Uzaklaşmaz, yaklaşır. Acı çeker,
başı ağrır ama koca bir hayata yayınca pek de fazla değildir.
Çünkü günün sonunda sözü anlanan,
lafı dinlenen, yazdığı okunan hale gelmiştir. O farklılığı kabul edince insanlar
da onu fark etmiştir.
"Bazı insanlar doğrularıyla beraber kendini lavanta kokan bir sandığa gizlediğinin farkına varmaz." Farkına vardıkça sandıklarımızdan çıkıp hayata karışabilmemiz dileğiyle...
YanıtlaSilGüçlü olmak ne demek hakketen üzerşne düşünülmesi gereken bir konu
YanıtlaSilGüclü olacagini düsunerek insanın kendine zulmetmesi..çok güzel bir yazi olmuş, ellerinize sağlık
YanıtlaSilFarkliliari yonetebilmek o kadar kolay degil... Hem bilgi hem beceri hem strateji istiyor.
YanıtlaSilİnsan zannetmeye görsün.. 🎬
YanıtlaSilİnsanoğlu keşke ilk söylendiğinde anlaya bilse ve farklılıkları kabul edebilse emeğinize sağlık çok güzel bir yazı
YanıtlaSilFarklılıkları kabul etmekle başlar her şey...
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı. İnsan acizliği ile yüzleşebildiği kadar güçlüdür oysa. Elinize emeğinize sağlık
YanıtlaSilLavanta sandıklarından çıkmanın zamanı gelmişte geçiyor. 😁😁😁
YanıtlaSilİnsanın tek düşmanı hiç değişmiyor sadece aynaya bakması yeterli
Farklılıklar keyiflidir aslında aynı zamanda. İnsana enerji katar, merak katar, yaşam sevinci katar.
YanıtlaSilAma insan kendini hapsediyorsa o sandığa ne yazık ki kimse yardım edemiyor ona..
Sahile inip farklı insanlara selam verip bir farklılık oluşturası geliyor insanın okuyunca..
Kaleminize sağlık 🌸
Farklılıkların olması güzel..
YanıtlaSilhayatı keyifli kılıyor. Farklılıkları yönetebilecek donanımda olmak ise gerçekten marifet istiyor.
Teşekkürler.